odama bir öğrenci geldi ve gitmiyor
Odama bir öğrenci geldi ve gitmiyor. Ne yapsam onu oturduğu yerden kaldıramıyorum. Sabah vakti odama geldiğimde kapıda bekliyordu. Orada epeydir bekliyormuş gibi bir hali vardı. Beni görünce ferahladığını, derin bir soluk aldığını hissettim sanki. Sınav kağıdını görmek istediğini söyledi, ben de içeri buyur ettim onu. Sınavda yaptıkları hataları fark edip onlardan bir şeyler öğrenen öğrencilere hayranlıkla bakarım. O ne mutluluktur! Oysa bizim zamanımızda sınav kağıdını görmeyi talep etmek ha? Nerde! Hocanın odasına bile yaklaşamazdık. Neyse, küçücük odamın pencereye bakan tarafındaki masama yaklaştı ve sabırsızlıkla yerleşmemi bekledi. Sanki soluk almıyormuşçasına sakin bir hali vardı. Sandalyeyi yerde sürüyerek masama yaklaştırıp oturdu. Nasılsın gibisinden bir şeyler geveledim. Öğrencilere özgü o boğazı kurumuş bir tonda iyiyim, dedi. Sınav kağıdını çıkarıp önüne koydum. Kağıdına, yazıldıktan yüzyıllar sonra ortaya çıkarılmış gizli, kutsal bir risale gibi baktı; sağ elinin işaret parmağıyla, sanki dağılmasından korkarmışçasına yoklayıp hafifçe, yavaşça tuttu saman kağıdı. Aynı yavaşlık ve huşuyla sırtındaki çantayı omzundaki anorağın üzerinden kaydırıp yere bıraktı.
Uzun parmakları vardı. Uzun gövdesinin üzerinde zorlukla taşıdığını düşündüğüm kafasındaki yağlı saçları genç insanlara özgü bir sağlık ışıltısıyla parlıyordu. Siyah mavi karışımlı bir kazak giymişti.
Sakince hani neredeyse yaşlı bir alim gibi oturup sınav kağıdını inceliyor. Bazen bilgiç bir edayla başını sallıyor.
Çok uzadı ve sıkılmaya başladım. Üç kupa kahve içtim. Ona ikram etmedim. Müzik açtım, sesini yükselttim. Bana mısın demedi.
Burada ve gitmiyor. Saat neredeyse beş oldu. Birazdan personeli taşıyan servis araçları kampüsten ayrılmaya başlayacak ve ben burada kalacağım. Evet, hoşuma gitmesine gidiyor ama… Ne bileyim… Yani bu kadar da olmaz ki.
Boğazımı temizler gibi yapıp öksürdüm. Öğrencim, sanki derin okuması esnasında rahatsız edilmiş gibi dudaklarını büzdü ve tekrar sınav kağıdının eprimeye yüz tutmuş düzlüklerinde iz sürmeye devam etti. Yok, bu kadarı da fazla! Hiç tınmadı bile. Benim bir evim, bir ailem—karım,, çocuklarım, kedim— olabileceğini —ki var!— düşünemezmiş gibi inatla ve kararlılıkla okumaya devam etti. Ensesine bir yumruk atıp bayıltmak geçti aklımdan. Bu tür insanlara gıptayla bakarım hep, biraz da itici bulurum onları. Nasıldır bilirsiniz. Böyleleri, bir şey okumaya başladılar mı top atsan duymaz, bıçaklasan hareket etmezler. İnat mıdır bu yoksa eşsiz bir pür dikkat kesilme örneği mi?
Beni ilgilendirmiyor artık. Bak şimdi de anorağını sırtına geçirdi. Sigara içebilir miyim diye soruyor. Duymazdan geliyorum. O da bunu evet olarak yorumluyor!
Söylememe gerek yok sanırım saat beşi çoktan geçti ve servisler bir daha dönmemek üzere şehrin değişik semtlerine dağıldılar.
Odama bir öğrenci geldi ve gitmiyor. Ne yapsam onu oturduğu yerden kaldıramıyorum. Sabah vakti odama geldiğimde kapıda bekliyordu. Orada epeydir bekliyormuş gibi bir hali vardı. Beni görünce ferahladığını, derin bir soluk aldığını hissettim sanki. Sınav kağıdını görmek istediğini söyledi, ben de içeri buyur ettim onu. Sınavda yaptıkları hataları fark edip onlardan bir şeyler öğrenen öğrencilere hayranlıkla bakarım. O ne mutluluktur! Oysa bizim zamanımızda sınav kağıdını görmeyi talep etmek ha? Nerde! Hocanın odasına bile yaklaşamazdık. Neyse, küçücük odamın pencereye bakan tarafındaki masama yaklaştı ve sabırsızlıkla yerleşmemi bekledi. Sanki soluk almıyormuşçasına sakin bir hali vardı. Sandalyeyi yerde sürüyerek masama yaklaştırıp oturdu. Nasılsın gibisinden bir şeyler geveledim. Öğrencilere özgü o boğazı kurumuş bir tonda iyiyim, dedi. Sınav kağıdını çıkarıp önüne koydum. Kağıdına, yazıldıktan yüzyıllar sonra ortaya çıkarılmış gizli, kutsal bir risale gibi baktı; sağ elinin işaret parmağıyla, sanki dağılmasından korkarmışçasına yoklayıp hafifçe, yavaşça tuttu saman kağıdı. Aynı yavaşlık ve huşuyla sırtındaki çantayı omzundaki anorağın üzerinden kaydırıp yere bıraktı.
Uzun parmakları vardı. Uzun gövdesinin üzerinde zorlukla taşıdığını düşündüğüm kafasındaki yağlı saçları genç insanlara özgü bir sağlık ışıltısıyla parlıyordu. Siyah mavi karışımlı bir kazak giymişti.
Sakince hani neredeyse yaşlı bir alim gibi oturup sınav kağıdını inceliyor. Bazen bilgiç bir edayla başını sallıyor.
Çok uzadı ve sıkılmaya başladım. Üç kupa kahve içtim. Ona ikram etmedim. Müzik açtım, sesini yükselttim. Bana mısın demedi.
Burada ve gitmiyor. Saat neredeyse beş oldu. Birazdan personeli taşıyan servis araçları kampüsten ayrılmaya başlayacak ve ben burada kalacağım. Evet, hoşuma gitmesine gidiyor ama… Ne bileyim… Yani bu kadar da olmaz ki.
Boğazımı temizler gibi yapıp öksürdüm. Öğrencim, sanki derin okuması esnasında rahatsız edilmiş gibi dudaklarını büzdü ve tekrar sınav kağıdının eprimeye yüz tutmuş düzlüklerinde iz sürmeye devam etti. Yok, bu kadarı da fazla! Hiç tınmadı bile. Benim bir evim, bir ailem—karım,, çocuklarım, kedim— olabileceğini —ki var!— düşünemezmiş gibi inatla ve kararlılıkla okumaya devam etti. Ensesine bir yumruk atıp bayıltmak geçti aklımdan. Bu tür insanlara gıptayla bakarım hep, biraz da itici bulurum onları. Nasıldır bilirsiniz. Böyleleri, bir şey okumaya başladılar mı top atsan duymaz, bıçaklasan hareket etmezler. İnat mıdır bu yoksa eşsiz bir pür dikkat kesilme örneği mi?
Beni ilgilendirmiyor artık. Bak şimdi de anorağını sırtına geçirdi. Sigara içebilir miyim diye soruyor. Duymazdan geliyorum. O da bunu evet olarak yorumluyor!
Söylememe gerek yok sanırım saat beşi çoktan geçti ve servisler bir daha dönmemek üzere şehrin değişik semtlerine dağıldılar.
1 Comments:
Eline sağlık güzel yazmışsın, Beckett görse severdi kesin. Ama muhtemelen biraz daha abartmanı isterdi.
Yorum Gönder
<< Home