15 Mart 2006

"insan müzesi"















yorgun insanlar

bir an önce devrileceği bir yatak arayan fiziken yorgun insanlar. yorgunluğu bir ırmak gibi sırtlarında taşıyan, o ırmakla kıvanan insanlar -neden olmasın? herkes yorgun değildir. yorgunluk bir ayrıcalıktır. her yorulmak aynı değildir. fiziksel yorgunluk tatlı ve daha saygındır nedense (Hegel'ci bir okuma yapılabilir bu konuda; hoş, hegel'in fiziksel iş ve masa başı işi konusunda bir ayrıma gidip gitmediğini bilmiyorum. onun kimlik konusunun açıklamak için ileri sürdüğü köle-efendi ilişkisinde kölenin doğayla olan bağlarının daha yoğun, güçlü olduğunu biliyoruz, efendi ise o bağları yitirmiştir. ancak burada sözü edilen iş/emek daha çok fiziksel, kol gücüne dayalı bir etkinliktir, diyesim geliyor. ne de olsa beyaz yakalı terimi oldukça yeni bir kavramdır.)

dolayısıyla yorgun insan deyince akla ilk gelen daha çok fiziksel yorgunluktur. yorgunluğun belirtileri kasların ağrıması, insanın takatinin kalmaması, terlemek, güneşte kızarmak...

fiziksel yorgunluk, yorgun olmayanlardan hizmet, yardım, anlayış ve şefkat bekleme hakkını doğurur.

ondandır belki de ülkemizde çalışan insanları seyretmeye bayılan onca insan olması. belediye asfaltı mı kazıyor? eve tamirci mi çağırıldı? Ellerini gizlemek istercesine (artık atıllaşmış, suçlu, işe yaramayan, aslında işe yaramak isteyen uzuvları) arkasına gizlercesine kıvırmış bir yaşlılar ordusu birikiverir çalışma mahallinde.

((sevgili okur, bu work-in-progress tadında ilerleyen satırları nezaket ve anlayışla okuyacağınızı umuyorum. bu sayfada okuduklarınız, denemeyle günlük türünün sınır boylarında gezinene şeyler. adından belli değil mi? deneme (essai: Fr. denemek, çabalamak, sınamak). dolayısıylan, her yazı yek diğerinin kalibresini tutturamıyor...))

garson

İçmediği halde benden sigara otlanmasına bir diyeceğim yok, olamaz da. Hoşuma gidiyor diyelim. Göz yumuyorum, ya da. Ya da bir sigaradan ne çıkar ki? Bir sigara yüzünden midavimi olduğum bir kahvenin elemanıyla niye aramı bozayım ki. "N'aber, Hoca?" demesine de ses etmiyorum.

Yok, yok, bu işte benim de hata payım var. Kesin! Neden mi? Aramız bozulursa bana soğuk, bayat çay getirmeyeceğini kim garanti edebilir? Şöyle birkaç dakikalığına uğrayıverdiğim bir anda içeriye elimle "bi çay" işareti yaptığımda her zamanki gibi çayımı hemencecik getireceğini, söyleyin bakalım, kim garanti edebilir.

Garsonlar kinci insanlardır.

Bir zamanlar bu işi yaptım, bilirim. Hele bir gözden düşmeye görün, hele bir göze batmaya görün, vay halinize. Yapmadığını bırakmaz bir garson. Şekerinizi eksik getirir, açık yerine zift gibi koyu bir sıvı sokar gözünüze, artık taze çay içtiğiniz zamanları mumla arayabilirsiniz. Kahvenin kalabalık olduğu bir esnada boşuna beklersiniz O'nun size boş bir masa ya da sandalye bulmasını.

Yok, inanın, garsonluk hayatım boyunca, hiçbir çay bardağına parmamğımı sokmadım, hiçbir kahveyi tükürüğümle taçlandırmadım, hiçbir müşterinin hesabını kin duygularıyla kabartma yoluna gitmedim. "Sen bunları bildiğine göre, yapmışsındır" mı diyorsunuz? Sizi temin ederim, meslek ahlakım üzerine yemin ederim ki böyle ucuz yollara başvurmadım.

(Bu yazıyı yazarken, başıma gelmeyen kalmadı. Sanki bilinmeyen bir güç -- Buenos Aires, Kudüs, Malatya Kalküta'dakiler dahil bütün garsonların kozmik gücü!?-- yazıyı yazmamam için elinden geleni yaptım. Bir ara elektrikler kesildi. Apartmanın bahçesindeki çam ağaçları gecenin ıssızlığında ürkütücü ıslıklar çalarak sallandı. Daha sonra tekrar yazının başına oturdum. İki paragraf kadar yazmıştım ki yanlışlıkla bir tuşa bastım ve o iki paragraf havaya uçtu. Ctr+Z tuşu bile işe yaramadı. Ama ben kararlıyım.)

Neyse. Dün yağmurun hafif hafif atıştırma idmanı yaptığı bir öğlesonrası kahvenin yanından geçiyordum. Biraz soluklanmak maksadıyla dışarıya oturdum. Elimle "bana acil bi çay" yaptım. Çok gelmeden geldi çay. Ama çayı garson yerine komi getirmişti ve iki yerine bir şeker vardı tabakta. "İstersen getiriyim abi," dedi. Yok, dedim, gerek yok. Keyfime diyecek yoktu, sokaktan geçenleri izleyerek aylakça oturabileceğim nadir anlardan biriydi. Bir sigara daha. Bir çay daha söyledim. Garson Bey sıkça deliğinden çıkmadığı için (içeride kağıt oynayanları izlemeye bayılır) çayların parasını peşinen ödeyeyim dedim. Cebimde kalan bozuk paranın ne kadar olduğunu adım gibi hatırlıyordum. Bir tane 1 YTL, bir tane 50 Kuruş, üç tane 10 Kuruş. Paraların ağırlıklarını, üstündeki kabartmaları hissederek, büyük bir itinayla 1 Lira 20 Kuruşu garsonun avucuna boşalttım. o, bu esnada yan masadaki adamla haftasonu oynanacak maça ne kadar para yatırdığından, kesin kazanacağından dem vuruyordu. Çayımı içemeye devam ettim. Bizimki bana dönüp, "Hoca, 1 lira yerine 50 kuruş vermişssin," demez mi! Beynimden vurulmuşa döndüm. "Ama nasıl olur," dedim. elimi cebime atıp paraları konrol ettim. Yanılmıyordum ama O'nunla bozuşursam başıma neler gelebileceğini düşünüp, "Peki, olabilir," dedim ve bir 50 kuruş daha tosladım.

Garsonlara karşı dikkatli olun.

Benden söylemesi.





Otobüsteki Kızlar/Oğlanlar

Otobüste gördüğünüz kız ve oğlan çocukları (ortaokul ya da lise talebeleri) yetiştikleri sınıfsal ortamın bir yansıması oluyor genellikle, ya da yetiştikleri sınıfın arzuladığı bir üst basamağın ya da sınıfın özelliklerine göz kırpan bir davranış silsilesi arz ediyorlar (sıkıcı bir gazete yazarına aitmiş gibi geliyor kulağa bu sözler, ama n'apalım?). Oturuş kalkışları, konuşmaları, pervasız tavırları, telefon tutkuları, koltukta oturduklarını unutup bir meyhane masasında oturuyormuşçasına (öndekiler yüzlerini arkaya dönerler) dirsekleri birbirine değerekten laflamaları... Dersaneden dönenler de var tabii. Şu kızcağız mesela, otobüste notlarına göz atıyor ve sınav öncesi yaşadığı her anı elden geldiğince değerlendirmek istiyor. Erkeklerden oluşan dörtlü bir arkadaşlarının tarih dersinde yaptığı espiriye gülüyorlar katılarak: "Kalede kim vardı o esnada?" "Rüştü vardı, Hocam!" Puhaaahaa!

...

Yahu ne diyorum ben?

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home